Ben “Kıvırcık.” Hayatın beni savurduğu yerlerden, yeniden kendi yolumu ördüm. Çocukken koruyucu aile sisteminde büyüyen, hem içerden bir çocuk hem de dışarıdan bakan bir gözüm.
Bu blogda geçmişimle yüzleşiyorum. Ama sadece kendim için değil; benzer yollardan geçenlere, sistemi anlamaya çalışanlara, görmezden gelenlere de anlatmak için yazıyorum.
Kurum duvarlarının soğukluğunu, bir çocuğun sessizliğini, bir annenin yokluğunu ve bazen de hiç ummadığın bir anda gelen sıcaklığı...
Yazılarım; kurumsal gözlemler, kişisel hikâyeler, toplumsal eleştiriler, seyahat notları ve içsel çözümlemelerle dolu olacak.
Belki kimi zaman ağlatacak, kimi zaman düşündürecek ve belki de bazen sadece susacağız birlikte...
Ama bir şey kesin: Gerçek olacağız.
Hoş geldin.
İyi ki geldin.
Yayın Tarihi: 24.05.2025
Annemden Ayrıldığım Gün: Hatırladığım ve Hatırlamak İstemediğim Her Şey
Bazen bir koku, bir ses ya da bir mekân insanı çocukluğuna fırlatır. Benim çocukluğumda ise bazı günler hiç gitmediği kadar yakınımda duruyor. Özellikle biri: Annemden ayrıldığım gün. O güne dair yaşanılanlar dün yaşamışım gibi hatırımdadır.
O günün tam tarihi yok belleğimde, ama hisleri capcanlı duruyor yüreğimde. Kalbimde küçük bir çocuk hâlâ o günkü gibi sıkışıyor. Koşarak uzaklaştığım bir yer değil, koparılarak alındığım bir andı. Sessizliğe gömülen annem, gözlerini kaçıran görevliler ve her şeyi anlamaya çalışan minicik ben...
Annemin elini son kez tuttuğumda sıcaklığı neydi, hatırlamıyorum. Ama sonrasında içimi saran boşluğu çok iyi biliyorum. O gün, bir çocuğun anne kokusundan, bildiği tek dünyadan ayrılış günüydü. Ve o çocuk bendim.
Yıllar geçti. Kurumlar değişti, insanlar değişti. Ama içimde o günün kırığı hep kaldı. Ne zaman çocukların gözünde “gitmek istemiyorum” bakışını görsem, içimde bir yer tekrar o güne döner.
Bugün, yetişkinliğin içinde, aynı sistemin başka bir köşesinde duruyorum. O günü unutarak değil, onunla birlikte yaşamayı öğrenerek.
Yazmak benim için bir iyileşme biçimi. Yıllar önce bu iyileşmeyi başlatmak istedim ancak cesaret edemedim. Yazmaya başladıkça hatırlayacaklarımdan korktum. Artık o cesareti kendimde görüyorum ve her şeyi hatırlamak istiyorum. Belki de bu satırlar, hem kendime hem de benzer hikâyeler taşıyanlara bir omuz olur.
Ve biliyorum, ne kadar zor olursa olsun; anlatmak, bir çocuğun sessizliğini duyurmak kadar değerlidir.
GEÇMİŞİN İZLERİ...
Yayın Tarihi: 24.05.2025
Annem gitti. Gözümün önünde, sessizce. Beni orada bıraktı. Korktum mu? Evet. Ama o korkunun adı “korku” değildi o zaman. Daha çok içimi yakan bir bilinmezlikti. O yaşta acının adını bile bilmiyorsun. Bir tek şey var: Annen yok.
İnsan o anı ömrü boyunca içinde taşırmış. Yıllar geçiyor ama bazı anlar hiç büyümüyor, hiç yaşlanmıyor. Hâlâ gözümde aynı odadayım. Duvarlar, masa, pencere… Annem kapıdan çıkarken son bir kez kucağına almıştı beni. O an ondan neden ayrılıyorum bilmeden kopmak istemedim ve saçlarına tutundum. Ellerim düğümlenmişti sanki, yumruk yapmıştım elimi annemin saçları avucumdayken. Görevliler zar zor ayırmış koparmışlardı beni annemden. Annem de ellerimi ayırmak için saçlarını çekiştiriyordu. Öylece ayrıldık ve görevlilerden biri beni kucağına alıp diğer çocukların yanına götürdü. Çığlık çığlığa ağlıyorken ben..
Beni alanlar “artık burası senin evin” dediler. Ama ev dediğin şey dört duvar değilmiş meğer. Bazen annenin sesiymiş, bazen kokusu, bazen de sıcaklığı. O gün orada hepsi bitti.
Ben çocukken anasız büyümeyi değil, annesi olmasına rağmen annesiz bırakılmayı öğrendim. Bu da ağır bir şeymiş. Çünkü var olan bir şeye yokmuş gibi davranmak, insanın kalbini her gün yeniden kırıyor.
Aradan yıllar geçse de, anneye olan ihtiyaç artık kalmasa da insan bir şekilde hayatına devam edebiliyor ama o boşluk orada öylece kalıyor. Bir süre sonra kendi kendimin annesi olmaya mecbur bırakılmak.. en zorlu olanı da buydu sanırım.
Yayın Tarihi: 24.05.2025
Kurumda geçirdiğim ilk günler, hayatımın en karmaşık ve aynı zamanda en önemli dönemlerinden biriydi. Ne bekleyeceğimi bilmiyor, hem korkuyor hem de yeni bir sayfa açmanın heyecanını yaşıyordum. O günlerde içimde büyüyen duyguları ve yaşadığım anları paylaşmak istiyorum.
İlk günümde en çok neyi hissettim? Belki de en büyük his, “Burada ne yapacağım?” sorusuydu. Yeni yüzler, farklı kurallar ve alışık olmadığım ortam… İlk uyandığım sabah, kurum koridorlarında hissettiğim yalnızlık ve aynı zamanda umut… Arkadaşlar edinebilmek, güvende hissetmek ve en önemlisi kendimi ifade edebilmek için attığım küçük adımlar.
Kurumun sessiz koridorları, bazen soğuk bazen sıcak karşılayan görevliler, akşam yemeklerindeki sohbetler ve gözlerimde parlayan o küçük umut kıvılcımı… Bunlar benim için yeni bir hayatın kapısını aralayan detaylardı.
İlk günler zordu, evet. Ama aynı zamanda beni ben yapan, güçlü kılan günlerdi. O günlerde öğrendiklerim ve yaşadıklarım, bugün buraya gelmemi sağladı. Şimdi geriye dönüp baktığımda, o anları minnetle anıyorum. Çünkü her başlangıç, içinde umut taşır.
Yayın Tarihi: 25.05.2025
Kurumda Geçen Yılların Sessiz Tanıklığı
İlk hafta boyunca durmadan ağladığımı hatırlıyorum. Neden orada olduğumu, oraya nasıl geldiğimi tam olarak anlayamadan, sürekli ağlayan bir çocuğun bedeninde asılı kalmıştım. Bakım personelleri ve orada kalan diğer çocuklar ağladığım için beni sakinleştirmeye çalışırlardı ama onlar öyle davrandıkça içimde daha çok çığlıklar oluşurdu. Sessiz bir yabancılığın içindeydim sanki; kalabalığın içinde yalnız, kalabalıkla birlikte sessizdim. Ne bir soruya tam cevap verebiliyordum, ne de içimdeki sorulara bir yanıt bulabiliyordum.
Kurumun sabahları erken başlardı. Her şeyin bir sırası, bir düzeni vardı. Banyo günleri özellikle aklımda yer etmiş. Sırayla alınırdık banyoya, ellerinde havlularla bakım personelleri beklerdi. Küçücük ellerimizle büyük fayanslara tutunurduk. Kendime ait bir havlum, şampuanım ya da kıyafetim yoktu. Ortak giyinirdik. Üzerimdeki tişörtün daha önce kimde olduğunu ya da pantolonun kaç kere yıkandığını düşünmeden giymeyi öğrendim.
Yatakhane bizim her şeyimizdi. 25-30 kişilik büyük bir oda… Herkesin yatağı birbirine çok yakındı ama mesafeler çok büyüktü aslında. Bazı geceler sessiz ağlamalar olurdu, bazı geceler fısıltılı konuşmalar. Erkeklerin yatakhanesi ise aynı katta ama farklı bir koridordaydı. Kız ya da erkek olmanın çok bir anlamı yoktu; herkes biraz eksik, biraz yarımdı.
Kurumun içinde park, spor salonu, hamam, yemekhane, ve diğer yaş gruplarının binaları vardı. Ama en çok gecelerden ürkerdim. Tavanın köşesine takılır gözlerim. Kapı gıcırdadığında bile içim titrerdi. Geceler uzun, karanlık, sessizdi. Ama aslında en gürültülü zamanlar da onlardı. İçimde susturamadığım sorular, özlemler ve korkular o saatlerde çıkardı ortaya.
Yayın Tarihi: 25.05.2025
Zamanla ağlamayı bıraktım. Aslında ağlamayı unuttum. Gözyaşları içime akmaya başladı. Sesi olmayan duygular birikti içimde. Göz göze geldiğimizde hiçbir şey demeden anlaşabildiğimiz çocuklar vardı orada. Hepimiz başka hikâyelerden gelmiştik ama aynı cümlelerde yaşıyorduk artık.
Bazı çocuklar daha sessizdi, bazıları daha öfkeli. Ama herkesin kendince bir koruma kabuğu vardı. Kimimiz çok konuşarak kimimiz hiç konuşmayarak kendimizi koruyorduk. Aramızda dostluklar da oluşurdu, bazen küçük kıskançlıklar da. Ama aslında hepimiz, birbirimizin sessiz aynalarıydık.
Oyun saatleri, en çok beklenen zamanlardı. Bahçeye çıkar, küçük oyunlar kurardık. Bir top, bir ip, bir taş bile yetebilirdi bize. Bazen sadece bir bakış, küçük bir gülüş her şeyi değiştirirdi. Sonra yemek saatleri gelir, uzun masalarda yan yana dizilirdik. Tabldot tepsilerimize ne konduysa onu yerdik. “Doydun mu?” diye sormazdı kimse. Zaten o yaşta açlık başka türlü bir şeydi.
Bayramlar, doğum günleri, özel günler geldiğinde başka bir sessizlik olurdu kurumda. Kimi çocuk ailesiyle birkaç saatliğine de olsa görüşmeye giderdi. Geri kalanlarımız izlerdi sadece. O gidenin ardından oluşan boşluğu hemen fark ederdik. Sonra o çocuk geri dönerdi ve biraz değişmiş olurdu. Bazısı sessizleşir, bazısı sevinçle anlatmak isterdi gördüklerini. Ama biz en çok birbirimizin gözündeki parlamaları anlardık.
Yıllar geçtikçe kurumun duvarları değil ama insanın içindeki duvarlar değişirdi. Bazen bir öğretmen, bazen bir bakıcı, bazen sadece bir sarılma anı... Bizi kırmadan dokunabilen insanlar olduysa şanslıydık. Ama çoğu zaman sadece geçip giden adımlar kalırdı aklımızda. O adımların kimisi telaşlı, kimisi yorgun, kimisi bir çocuğa dokunduğunun farkında olmadan kızgın, kimisi de yüreğindeki tüm çocukluğu bize adamışçasına sevgi dolu...